John Titor Günlükleri #3: Yalnızlık
Selamlar herkese, bendeniz John Titor. Yine her zamanki gibi gününüzün içine oturmaya geldim. Bugünkü konumuz benim de başımdan geçen bir fenomen üzerine olacak. Yalnızlık…
Herkes zaman zaman kendini yalnız hisseder. Mesela iş için yeni bir şehre taşındığımızda, öğle yemeğinde bizle oturacak kimseyi bulamadığımızda ya da hafta sonunda kimsenin dışarı çıkmak için zamanı olmadığını söylediğinde. Bunlar pekâlâ normal gibi gözükse de bu ara sıra hissettiğimiz fenomen, son birkaç yılda tüm toplum içerisinde kronik bir hal aldı.
Türkiye’de üniversite öğrencileri arasında yapılan bir ankette, katılımcıların yaklaşık %60’ı sıklıkla yalnız hissettiklerini belirtmişler. Bu oranın ülke genelinde de aynı civarlarda olduğunu varsayabiliriz. Zira sosyal medyada bu konuda o kadar fazla paylaşım yapılıyor ki tabiri caizse kendinizi bir kara deliğin ortasında hissediyorsunuz. İşin ironik kısmıysa, bu sosyal olması gereken medya sayesinde tarihin gördüğü en iyi iletişim ağına sahip olmamıza rağmen pek çok kişinin kendini son derece yalnız hissediyor oluşu.
Öncelikle şunun ayırımını yapmakta fayda var. Yalnız olmak ile tek başına olmak arasında fark vardır. Kendi kendine mutlu olabilen fakat arkadaş çevresiyle geçirdiği her saniyeden nefret eden insanlar olabilir.
Yalnızlık ise tamamen öznel bir deneyimdir. Genel kanıya göre yalnızlık, insanlarla nasıl konuşulacağını ya da başkaları etrafında nasıl davranılacağını bilmemekle ilişkilendirilir. Ancak yapılan bir araştırmada yetişkinlerdeki sosyal becerilerin, sosyal ilişkiler kurmakta hiçbir fark yaratmadığı ortaya konulmuştur. Yalnızlık herkesi pençesine alabilir. İstediğiniz kadar güçlü, zengin, güzel, sosyal becerileri yüksek, mükemmel bir insan olun. Ne yazık ki hiçbir şey sizi yalnızlıktan koruyamaz çünkü yalnızlık biyolojinizin bir parçasıdır.
Yalnızlık da tıpkı açlık, susuzluk gibi bedensel bir fonksiyondur. Mesela açlık fiziksel ihtiyaçlarınıza odaklanmanızı sağlar. Yalnızlık ise sosyal ihtiyaçlarınıza dikkat çeker. Peki, neden bedenimiz bunu gerek duyar? Sorunun cevabı için biraz geriye, milyonlarca yıl öncesine gitmemiz gerekecek çünkü o zamanlar bedenimizin bu reaksiyonu, hayatta kalmamıza olanak sağlayan en büyük özelliklerimizden biriydi.
Doğal seçilim, atalarımızı yaptıkları işbirliği ve birbirleriyle etkileşime geçmelerinden dolayı ödüllendirmiştir. Beyinlerimiz zaman içinde gelişerek başkalarının ne düşündüğünü, hissettiğini anlamak, bireyler arasında sosyal bağlar oluşturarak bunların devamlılığını sağlamak üzere bir üst modele evrilmiştir. Böylelikle sosyalleşmek biyolojimizin bir parçası halini almıştır.
O dönemde insanlar 50 ile 150 kişilik bir grup içerisine doğar ve hayatlarının sonuna kadar bu topluluk içerisinde kalırdı. Yeterince beslenebilmek, güvenli bir ortam bulmak, sıcak kalmak ve yavrulara bakmak yalnız başına üstesinden gelebilecek işler değildi. Birlikte kalmak yaşamı, yalnız kalmak ise ölümü getiriyordu. Bu nedenle başkalarıyla geçinmek çok önemliydi. Atalarımız için en büyük tehdit aslanlar tarafından yenmek değil, bulunduğu sosyal çevreye ayak uyduramayıp dışlanmaktı. Bunu engellemek adına vücudumuz ‘sosyal acı’yı yarattı.Sosyal acı reddedilmeye karşı geliştirdiğimiz evrimsel bir adaptasyondur. Bunu, dışlanmanıza neden olacak davranışları durdurduğunuzdan emin olacak bir erken uyarı sistemi olarak düşünebilirsiniz. Reddedilmeyi acı şekillerde tecrübe eden atalarımızın davranışlarını değiştirmeleri daha olasıydı. Bu sayede değişmeyi başaranlar kabilede kalırken, değişmeyenler de buradan kovulup muhtemelen öldüler.
Reddedilmek işte bu yüzden acıdır. Tabii, aynı şekilde yalnızlık da. Bizi bir arada tutan bu mekanizma, insanlık tarihinin büyük kısmında işe yaramıştır. Ta ki insanlar kendileri için yeni dünyalar inşa etmeye başlayıncaya kadar.
Bugün çevremizde rastladığımız bu yalnızlık salgını, Rönesans ile birlikte baş göstermiştir. Aydınlar Orta Çağ kolektivizminden uzaklaştıkça, Protestan teolojisi bireysel sorumluluğu ön plana çıkarmış ve batı kültürü bu dönemde bireye odaklanmaya başlamıştır. Sanayi devrimiyle birlikte hızlanan bu eğilimde insanlar iş sahibi olup fabrikalara girebilmek için tarlalarını, köylerini terk etmişti. Yüzyıllar boyu bir arada bulunmuş topluluklar, şehirlerin yükselmesiyle ortadan kaybolmuştu.
Dünyamız git gide modernleşti ve hayatta kalmak için bizler de buna ayak uydurduk. Artık yeni işler, yeni aşklar, yeni eğitimler için muazzam mesafeler kat ediyor, sosyal ağlarımızı ardımızda bırakıyoruz. Bu süreçte daha az insanla tanışıp, onlarla eskiden olduğundan daha az görüşüyoruz.
Aslında çoğu insan kronik yalnızlık ile tesadüfen karşılaşır. Yetişkinliğe ulaştığınızda üniversite, iş, romantizm, çocuklar derken hiçbir şeye yeterli zamanınız kalmaz. Bu durumda da en kolay gözden çıkaracağınız şey arkadaşlarınızla geçireceğiniz zamandır. Sonra bir gün yataktan fırlarsınız ve tüm bu olup bitenler kafanıza dank ediverir. Birileriyle bağ kurmanız gerektiğini hissedersiniz. Ama artık yetişkin olduğunuzdan birileriyle yakın ilişki kurmak daha zorlaşmıştır ve yalnızlık içinize daha fazla yerleşir.
Yalnızlık hali bizi gerçek anlamda içten içe bitirmeye yetecek güçtedir. Yapılan araştırmalarda yalnızlığın bizi daha hızlı yaşlandırdığı, kanseri daha ölümcül hale getirdiği, Alzheimer’ı daha hızlı geliştirdiği ve bağışıklık sistemini zayıflattığı ortaya konmuştur. Yani yalnızlık, günde bir paket sigara içmek kadar ölümcüldür. Yalnızlığın en tehlikeli tarafı ise, kronik hale geçtikten sonra kendi kendine devam edebilir olması.
Fiziksel ve sosyal acı beynimizde ortak yolaklara sahiptir. İkisi de tehdit olarak algılanır ve sosyal acı tetiklendiğinde bizi acil şekilde korunmacı bir tutum almaya yöneltir. Kronik yalnızlık durumunda, beyniniz kendisini koruma moduna alır. Her yerde tehlike ve düşmanlık sezmeye başlar. Beyniniz çevresindeki sosyal sinyallere çok daha duyarlı ve her şeyi algılamaya niyetli olduğundan, bu sinyalleri doğru yorumlayamamaya başlar. Etrafa dikkat kesilir ama kimseyi anlamlandıramazsınız. Beyninizde yüz mimiklerini tanımlayan kısım da giderek bozulmaya başlamıştır. Tarafsız, sizinle ilgisi olmayan yüzler size zarar verecekmiş gibi gelir. Kimseye güveniniz kalmamıştır.
Yalnızlık, başkalarının size karşı olan niyetleri hakkında en kötüsünü düşünmenize neden olur. Beyniniz tarafından algılanan bu düşmanca ortam, kendinizi korumak adına sizi daha içe dönük bireylere dönüştürür. İnsanlar tarafından gerçekte olduğundan daha soğuk, düşmanca ve sosyal açıdan tuhaf biri olarak gözükmenize sebep olur. Şu durumda sormamız gereken soru şu: Bu durumdan nasıl kurtulabiliriz?
Eğer ki yalnızlık hayatınızda ciddi anlamda yer etmeye başlamışsa, içinde bulunduğunuz kısır döngüyü tanımlayarak işe başlayabilirsiniz. Tecrübelerimden bu döngünün şu şekilde işlediğini söyleyebilirim: Kendinizi soyutladıkça, başkalarıyla olan olumsuz etkileşimlere (Burada illaki birinin size karşı kötü davranışlarından söz etmiyorum. Ör; Uzaktan birisi size doğru el sallamıştır. Siz de bunu üzerinize alıp karşılık verirsiniz ama o kişi aslında arkadaşına el sallamıştır. Normalde gülüp geçmek yerine bu yüzden kendinizi suçlar, sinirlenir, utanır, sıkılırsınız.) daha çok odaklanmaya başlarsınız.Sosyal acı olarak hissettiğiniz şey yerini gerginlik ve üzüntüye bırakır. Bu durum düşüncelerinizi hem kendiniz hem de başkaları için olumsuz bir hale getirerek davranış biçiminizi değiştirmeye başlar. Sosyal etkileşimden kaçınan bireyler halini alırsınız ki bu da daha fazla dışlanmışlık duygusuna yol açar. Bu döngü her seferinde daha da şiddetli gerçekleşir, kaçınılması imkânsız bir hale gelir.
Yalnızlık sizi sınıftakilerden uzakta oturmaya, arkadaşlarınız aradığında cevap vermemeye, davetleri reddetmeye iter, ta ki artık davet edilmeyene kadar…
Hepimizin bir hikâyesi var. Eğer kendi hikâyenizde insanların sizi dışladığını düşündüğünüz bir noktaya gelmişseniz, insanlar da buna göre hareket etmeye başlar. Böylece dış dünyanız, sizin onu hissettiğiniz şekle dönüşüverir.
Bu durum yıllarca sürebilen, yavaş ve korkunç bir süreçtir. Sürecin sonunda sizi bekleyen şey genellikle depresyondur ve artık isteseniz bile ilişki kurmanızı engelleyen psikolojik bir hastalığın pençesindesinizdir.
Bundan kaçınmak için yapacağınız ilk şey yalnızlığın tamamen normal bir duygu olduğunu, utanılacak bir şey olmadığını kabul etmektir. İlk cümlemde de söylediğim gibi, herkes zaman zaman kendini yalnız hisseder, evrensel bir deneyimdir bu. Bu duyguları görmezden gelmenin size hiçbir faydası olmayacak. İçinde bulunduğunuz durumu kabul edin ve buna sebep olan şeyden kurtulmaya çalışın. Dikkatinizi neye odakladığınızı kendi kendinize inceleyip, özellikle olumsuz şeylere odaklanıp odaklanmadığınızı kontrol etmeye çalışın.
Mesela; arkadaşınızla bir durum yaşadınız. Düşünün; bu durum gerçekten olumsuz muydu? Ya da aslında fazla üstünde durulmayacak, sıradan bir şey miydi? Arkadaşınız ne söylemişti? Söylediği şey kötü müydü? Ya da sözlerinden başka anlamlar çıkarmayı mı seçmiştiniz? Belki de arkadaşınız olumsuz bir tepki vermiyordu. Aklındaki başka bir düşünceyle meşguldü.
Başkalarının sizin için en kötüsünü istediğini düşünüyorsanız, içinde girdiğiniz bir ortamlar ilgili peşin hükümlü iseniz, diğerlerinin sizi istemediğini varsayıyorsanız, incinmekten kaçınıyor ve başkalarına açılmaktan çekiniyorsanız…
Diğer insanlar hakkında kötü düşünmemeye çalışabilir misiniz?
Onların aslında size karşı olmadığını varsayabilir misiniz?
Başkalarına açılmayı, incinmeyi göze alabilir misiniz?
Arkadaşlarınızla birlikte olma fırsatından kaçınıyorsanız, davetleri geri çevirmek için kendinizce bahanelere sığınıyorsanız, kendinizi korumak adına arkadaşlarınızı kendinizden uzaklaştırıyorsanız…
Gerçekten yeni ilişkiler edinmeye çalışabilir misiniz yoksa halinizden memnun musunuz?
Bahaneler üretmek yerine arkadaşınla güzel bir zaman geçirmeyi deneyebilir misiniz?
Her insanın durumu, kendine özgü ve birbirinden çok farklı elbette. Sadece bu şekilde gözlemleyerek bir sonuca varamayabilirsiniz. Böyle bir durumda lütfen profesyonel yardım almaya gayret gösterin. Psikolojik yardım almanız asla bir zayıflık belirtisi değildir, aksine bir cesaret göstergesidir.
Bu bağa her zamankinden fazla ihtiyaç duyuyoruz artık. Hiçbir zaman yalnızlık çekmemeniz dileğiyle. Keyifli okumalar…
Manga Adı | Bölüm | Çevirmen | Editör |
---|---|---|---|
Again!! | 21 | Ageha | Eva |
Arrogant Ceo: Wife Hunter | 2-8 | Sumire | Luka (ArazNovel) |
Ashi Girl | 36 | Cain | Eva |
Guomin Laogong Dai Huijia | 53-56 | Zompir | Zompir |